24.01.2023

Enerji Uzmanı Emin Emrah Danış, Son Bir Yıldır Yaşanan Enerji Krizini Değerlendirdi

“Enerji” ile adı en çok anılan kelimelerden birisi hiç şüphesiz “kriz”. Geride kalan son 15 yıllık dönemde enerji krizlerinin sık sık gündeme geldiğini görüyoruz. Her ne kadar enerji krizleri dünya için yeni bir olgu olmasa da son yıllarda enerjide arz-talep dengesizliği ve jeopolitik gelişmelere bağlı olarak yaşanan kriz döngülerinin giderek sıklaştığı görülüyor. Bu durum ise hiç şüphesiz küresel ekonomi ve tüketiciler açısından olduğu kadar enerji piyasalarının geleceği ve sürdürülebilirliği açısından da büyük risk teşkil ediyor.

Pandemide sürecinde büyük düşüş gösteren enerji talebi ve fiyatları 2021 yılının ikinci yarısıyla birlikte normalleşmenin başlaması ve baskılanan talebin hızla artışa geçmesiyle birlikte bu kez yukarı yönlü bir harekete başladı. Küresel tedarik zincirinde yaşanan aksamalar, hızla artan enerji talebi ve özellikle petrol ve doğal gazda son yıllarda arama-üretim yatırımlarındaki sert gerilemenin etkisiyle oluşan arz açığı enerji fiyatlarındaki artışın en temel nedenlerden birisini oluşturuyor. Bakırdan kömüre, petrolden pamuğa, mısırdan alüminyuma, kahveden lityuma kadar hemen tüm emtia gruplarında görülen yüksek fiyat artışlarının küresel ekonomik büyümede düşüş ve enflasyon artışına yol açacak olmasının yarattığı risklerin üzerine 24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve sonrasında yaşanan gelişmelerin enerji piyasaları ve arz güvenliği üzerinde yol açtığı riskler eklendi.

Bu durum kömürden petrole, doğal gazdan elektriğe enerji fiyatlarındaki artışı hızlandırırken arz güvenliği ile geleceğe ilişkin riskleri ve belirsizlikleri arttırıyor.

Ukrayna’nın işgaliyle birlikte enerjide ciddi oranda Rusya’ya bağımlı durumdaki Avrupa hem bu bağımlılığı hem de Rusya’nın en büyük ihraç kalemi olan enerjide bu ülkeden yaptığı ithalatı hızla azaltmak amacıyla çeşitli adımlar atsa da kısa vadede işi kolay değil. 2021 yılında AB, Rusya’dan 155 milyar metreküp doğal gaz ithal etti. Bir başka ifadeyle AB ithal ettiği doğal gazın yüzde 45’ini, tükettiği gazın yüzde 40’ını Rusya’dan ithal etti. AB, 2021’de toplam petrol ithalatının yüzde 27’sini, toplam kömür ithalatının ise yüzde 46’sını Rusya’dan gerçekleştirdi. Avrupa Birliği’nin 2021 yılında Rusya’dan yaptığı toplam ithalatın yüzde 66’ını enerji ithalatı oluştururken bu ithalat için Rusya’ya 99 milyar Euro ödendi. AB’nin 2011’de Rusya’dan yaptığı toplam ithalat içinde enerjinin yüzde 77 olan (yaklaşık 148 milyar Euro) payı ve ithal için bu ülkeye ödenen miktar düşmüş olsa da AB geride kalan 10 yıllarda enerjide, özellikle doğal gazda Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma noktasında başarılı bir performans gösterebilmiş değil.

AB’nin enerji dönüşümü ve yenilenebilir enerji merkezli enerji politikalarının piyasa gerçekleri ve arz güvenliği dikkate alınmadan agresif ve sert bir geçişe odaklanması, bir çok ülkede arama üretim faaliyetlerine son verilmesi veya yakın zamanda durdurulacağını konusundaki beyanlar, yenilenebilir enerjide konulan hedeflerin gerisinde kalınması, kömür ve nükleer santrallerin planlanandan daha önce kapatılarak Rus gazına bağımlılığı daha da arttıracak hatalı bir tutum izlenmesi, LNG terminal ve kıta için enterkoneksiyon kapasitesinin yetersiz olması ve bu konudaki çalışmaların tamamlanamaması gibi Rus gazına alternatif oluşturacak imkanların da yetersiz kalması AB’nin Ukrayna’nın işgali sonrası karşı karşıya kaldığı ve giderek ağırlaşan enerji krizine giden süreçte yapılan önemli politika hataları oldu.

Avrupa’da artan elektrik ve doğal gaz fiyatları konut tüketicileri, iş yerleri ve sanayi tesislerinin enerji maliyetlerinde yüksek artışlara da yol açarken kış mevsiminde fiyatların daha yüksek seviyelere çıkması kaygıları arttırıyor. Her ne kadar AB ve Avrupa ülkeleri elektrik ve doğal gaz tüketiminin düşürülmesi amacıyla konut ve iş yerlerinin ısıtma derecelerinin düşürülmesinden şehir aydınlatmalarının kapatılmasına, duş sürelerinin kısaltılmasından yemek pişirme sürelerinin kısaltılmasına kadar çeşitli tasarruf önlemleri açıklasalar da bu tür palyatif çözümlerle Avrupa’nın enerji krizini atlatması ve kalıcı bir çözüm bulunması kısa ve orta vadede oldukça zor.

Avrupa LNG ve diğer ülkelerden boru hatlarıyla gaz tedarikini arttırmaya çalıştığı gibi yenilenebilir enerji yatırımlarını da hızlı bir şekilde arttırmaya çalışıyor. Fakat yenilenebilir enerji yatırımları için gerekli finansman imkanlarının sağlanması kadar uluslararası piyasalardaki tedarik zinciri sıkıntısı ve yüksek talep nedeniyle rüzgar türbini ve güneş paneli tedarikinde yaşanan zorluklar ve tekrar artışa geçen maliyetlerin de düşürülmesi için atılması gereken adımlar Avrupa için yenilenebilir enerjide hızlı bir artış için de işlerin kolay olmadığını ortaya koyuyor. Yaşanan bu krizin yenilenebilir enerji, elektrik depolama ve hidrojen teknolojileri ile bu alanlardaki yatırımlar için uzun vadede önemli bir katalizör olacağı muhakkak. Kısa ve orada vadede ise Avrupa açısından tablo yenilenebilir için de Yeşil Mutabakat açısından da çok iç açıcı değil.

Avrupa’da nükleer enerji santralleri ve kömür santrallerinin krizin etkisiyle kapatılma tarihlerinin ertelenmesi ya da operatif halde acil durum amacıyla beklemeye alınması Avrupa’nın hem enerji hem iklim politikaları ve hedeflerinin yeniden değerlendirilmesini ve belirlenmesini zorunlu kılacağı görülüyor. Avrupa’nın kömür tedarikinde de Rusya’ya bağımlı olması ve artan kömür fiyatları ki tarihi rekorlara ulaştı, kömür santrallerinin yakıt tedarikine ve etkinliğin ilişkin bir diğer soru işaretini beraberinde getiriyor.

Konunun doğal gaz ve elektriğin yanında bir diğer önemli tarafında ise petrol ve akaryakıt piyasaları var. Avrupa için Rus petrolünün ikamesi doğal gaza göre biraz daha kolay. Bununla birlikte dünya piyasalarında dizel tedarikinde yaşanan sorunlar, kaynak ithalatında dışarıya yüksek orandaki bağımlılık, yüksek fiyatlar ve savaş koşullarının yol açtığı arz güvenliği sorunu hem Avrupa ülkelerinin hem de Türkiye gibi petrol ve gazda büyük oranda dışa bağımlı ülkelerin arz güvenliğini tekrar ele almasını zorunlu kılıyor.

Elektrik üretiminde yerli ve yenilenebilir kaynaklarının payının artırılması, nükleer enerji ve verimlilik, doğal gazda ise Karadeniz’deki tarihi gaz keşfinde olduğu gibi yerli kaynakların bulunarak yurt için üretimin arttırılması ve ithalatta kaynak ülke ve giriş noktası çeşitliliğin arttırılması ile yenilenebilir kaynaklarından elde edilen yeşil hidrojen oldukça önemli.

Petrol ve akaryakıt ürünlerinde yüzde 92’ye yakın oranda ithalata bağlı olan Türkiye için yurtiçi arama ve üretim yatırımları ile yerli üretimin arttırılması, verimlilik ve elektrik araçlara geçiş hem bu bağımlığın azaltılması hem de yüksek enerji ithalat faturasının düşürülmesi açısından oldukça önemli alternatifler. Tüm bunlar kadar önemli bir diğer alternatif ise her ne kadar şu an toplam tüketim açısından payı düşük olsa da biyoyakıtlar.

Bitkisel atık yağların toplanarak geri dönüştürülmesi ve yurt içinde üretilen yerli yağlı tohum bitkilerinden enerji tarımı yoluyla üretilen biyodizel birçok açıdan Türkiye için akaryakıtta önemli bir alternatif oluşturuyor. Üretilen biyodizelin harmanlanması ile sağlanan ithal ikamesi ile yüz milyonlarca dolarlık kaynak yurtiçinde kalırken ve ülke ekonomisine de katkı sağlanmış oluyor. Son birkaç yılda gündemde daha sık duyulur hale gelen Sürdürülebilir Havacılık Yakıtlarının(SAF) önümüzdeki yıllarda sivil hava yolu taşımacılığında jet yakıtları ile harmanlanması hedefleniyor. Yıllar içinde harmanlamada SAF’ın yüzdesinin artırılması ve bu şekilde hava yolu taşımacılığı kaynaklı emisyonlarda düşüş sağlanması amaçlanıyor. Dünyanın en önemli hava yolu hublarından birisi haline gelen ve her sene yeni trafik ve yolcu rekorlarının kırıldığı Türkiye açısından SAF ve hammaddesi biyoyakıtlar gün geçtikçe çok daha önemli hale geliyor.

Son gelişmeler biyodizelin en az çevre, ekonomi ve tarımsal kalkınma kadar bir başka açıdan daha Türkiye için önemli alternatif olduğunu daha gösterdi: arz güvenliği. Türkiye’nin yakın çevresinde yaşanan savaş ve çatışmalar ile buna bağlı olarak petrol ve doğal gaz tedarikinde yaşanabilecek olası kesintilerin ülke ekonomisi ve günlük hayat kadar ulusal güvenlik ve ülke savunması açısından da büyük risk teşkil edeceği aşikardır. Biyodizelin gerek akaryakıt ürünlerinde gerekse SAF örneğinde olduğu gibi havacılıkta da önemli bir ikame katkısı sağlayabiliyor olması ülkemiz açısından çevre, ekonomi ve tarımın yanında ulusal güvenlik açısından da konunun desteklenmesi ve olası kriz/tedarik kesintilerinde kısa süreli de olsa önemli bir kaynak alternatif yaratılması açısından önemli.